Yaş : 31
Kayıt tarihi : 21/09/08
Mesaj Sayısı : 310
Rep Kademesi: Nerden : Sinop
İş/Hobiler : Lakap : Rep sistemi Aktiflik: (99/100) Başarı Puanı: (99/100) Güçlülük: (99/100)
Konu: Los Angeles Lakers Paz Ara. 07, 2008 10:15 pm
Masalı hayal meyal hatırlıyorum, neydi konu, ‘Yıldız’ olmanın hemen öncesinde Sinderella üstü başı harap ve bitap; bulaşık, çamaşır ve paspas kendisini beklemekte iken ne yapıyordu? Prensin verdiği ve tüm güzel kızların davetli olduğu baloya gidebilmenin hayalini kuruyordu! Tabi esas mesele sadece baloya gidebilmek değil, ardından prensi paketleyebilmekti. (Tabii değerli arkadaşlar siz olur ya bu masalı küçük çocuklara anlatmak durumunda kalırsanız böyle ifadeler kullanmayın, paketlemek falan, +13 bunlar)
Ama gelin görün ki mevcut şartlar dahilinde Sinderella’nın prenses (prensi paketleyene düğünden sonra prenses deniyor) olması için bir mucize gerekiyordu; masal bu ya mucize gerçekleşti. Ak sakallı dedenin kadın versiyonu bir teyze geldi elinde sihirli bir çubuk birkaç hokus pokus yaptı, woooovv Sinderella sen ne oldun öyle cicilerle, Victoria’s Secret mı bunlar, gel bi yakından bakayım…(Dur ya ne diyorum ben, aklım Gisele Bundchen’e kaydı. Filmini çeksem Sinderella rolünde Gisele’i oynatırım diye düşündüm de azıcık, düşünce kısa sürede fanteziye dönüştü. Ben prens oldum, Gisele de Sinderella. Senaryoda da biraz oynama yaptım, +18 oldu)
Neyse dağıtmayalım konuyu, balo salonu sahnesine geçelim; Sinderella arzı endam eder, güzelliğiyle herkesi büyüler, seyirciler tamam oldu bu iş, prens çantada keklik falan derken “Dınnn, dınnn, dınnn, dınn” çanlar çalmaya başlar, buraya kadardır Sinderella’nın forsu, havası. Kadın büyücü, ne olacak; neymiş, 12’ye kadarmış! Ak sakallı dede geleydi ömür boyu garantili sihir yapardı. (Bu arada aranızda feminist yok değil mi, varsa kendimi tanımıyorum) Nitekim masalda mutlu sonu görmek için bir süre beklemek gerekecekti.
Şimdi arkadaşlar kıssadan farklı bir hisse şu olur ki; araba, giysi, elbise, makyaj, kuaför falan falan bir yere kadar. Kız özünde bu kadar güzel olmayaydı sittin masalda prensi paketleyemezdi!
Masalı bir kenara bırakıp bir Lakers hikâyesine gelelim. Çaki Atkinsli, Kareem Rush’lı, Medvedenko’lu kadrolar görmüşüz daha birkaç yıl önce. Kadroda 13 ile 15 arasında gelen üç-beş yüz bin dolara oynayan otuz saniye ortalamalı oyunculardan bahsetmiyorum. Bayağı bayağı görüyorduk bu elemanları parkede. Smaşlar, Cook’lar gördük Lakers forması ile ilk beş başlayan desem belki daha net anlaşılır bir zamanlar içinde bulunduğumuz vahim durum. Kwame faul problemine girip kenara gelince, onu bile arar oluyorduk. Shammond Williams bile “NBA’de ilk beş oyuncusuyum” diye yazar olmuştu CV’sine. Taraftarları için Lakers maçlarını izlemekten zevk almanın tek yolu Mazoşizmden geçiyordu!
Çok işimiz vardı, savunma, hücum, oyuncu gelişimi, çok çalışmamız lâzımdı çoook. En iyi takımların davet edildiği playofflar’a nasıl gideceğimizin derdindeydik. Esas mesele şampiyonluk tabii, ama nerdeeee... Mevcut şartlar altında ikinci turu görmek bile oldukça zorken, beklenmeyen mucize gerçekleşti, ak sakallı dede, pardon değil, sakalsız çubuklu teyze (sihirli değnekten bahsediyorum, hemen yanlış anlamayın) pardon o da değil, Memphis GM’i Chris Wallace sahneye çıktı ve hokus pokus: Bienvenido Pau!
(Tam olarak bu noktada masalın sonunda değindiğimiz kıssadan hisseyi hatırlamakta fayda var; bu kadronun temelinde Kobe vardır zaten, üstüne saç baş makyaj niyetine daha önceden önemsiz görünen kimi draft seçimleri ve kimi takaslar, Lakers’ın en önemli şampiyonluk adayı olarak sayıldığı bu noktada oldukça değer kazanıyor, Bynum gibi, Ariza gibi…)
Seyirciler oldu bu iş, Lakers şampiii… Derken dınnn, dınnn, dınnn, çanlar çalıyor balkabağı görünüyor; Pierce, Kevin Garnett, Ray Allen, James Posey vesaire vesaire masalın henüz mutlu sonlu kısmında olmadığımızı hatırlatıyorlar.
Biz de kısmetse onlara en öz, hakikî, gerçek, orijinal mutlu sonun ancak Lakers şampiyon olunca olan olduğunu en kısa zamanda -yani ’09 haziranda- hatırlatacağız.
İşte kısa bir ifade ile bugün içinde bulunduğumuz durum da budur: Balkabağı seviyesinden ilerde, Sinderella seviyesinden gerideyiz. Bu yıl şampiyonluktan başka alacağımız her türlü sonuç başarısızlık sayılacak; takım ‘balkabağı takımdır’ sonucuna bağlanacaktır tarafımdan. Bu hikâyede aslolan şey ise sadece ve sadece mutlu son olmalıdır.
Şimdi hikâyenin fantezi ve teori kısmını geride bırakıp biraz ‘Business’ konuşalım.
Off-season;
Turiaf’ın gidişi duygusal açıdan üzücü olduysa da ‘business’ gözüyle kayıp değildir. Sahada takıma kattıkları kadar katamadıklarını göz önünde bulundurunca ve elde ettiğimiz sonucu Warriors’un offersheet’i ile mukayese edince, karşılamamak doğru bir hareketti. Başka söze gerek yok. Yeni hayatında mutluluklar dileriz sevgili dostumuza. Diğer yandan Sasha’nın kalışı, aldığı para, kontrat süresi, her şeyiyle tatminkâr. Merak edilen bir başka konu da Bynum’ın extension’ı idi. Kısa süre önce netleşti bu konu. Vujacic için saydıklarımı ‘denden’lemek isterim, ve tüm bu çok güzel hareketlerin ardından Mitch’e duble aferin veriyorum. Ariza yazın başından opsiyon kullanmıştı zaten bir sene daha kadromuzda kalmak için. Devamını gelecek yaz görüşürler artık. Walton ile Radman’ı da (an azından birini) paketleyip mesela Boston’a gönderse Mitch’in aziz ilân edilmesi için Facebook’ta grup kuracağım zaten.
Takas beklendi olmadı, “Odom for Artest” senaryosu taraftarları çok heyecanlandırdıysa da gerçekleşmedi. Olmalı mıydı, olabilir miydi çok üstünde durmaya gerek yok şu an. Takımımız yeterince iyi ve yeterince dengeli. Daha da iyisi için transfer yapalım, MLE’ye uzun mu alalım, kısa mı, Posey mi derken, yaz bitti. Zaten işe yarayacak çok alternatif de yoktu doğrusu piyasada. Powell, Yue eklemeleriyle girdik yeni sezona.
Oyuncular;
Öncelikle geçen sezon ilk sakatlandığı maçtan bu yana geri dönüşünü dört gözle beklediğimiz yeni Koca Adam’ımız, Andrew Bynum.
Bu sezon izlediğim tek maç Denver oldu, diğerlerinin sadece (pre-season dahil) özetlerini izleme şansım oldu. Şunu diyebilirim izlediğim Bynum için, Pre-Shaq 2000 duruşu sergiliyor. Gelişimi şüphesiz devam ediyor, ama 2000 yılındaki Shaq kadar olur mu (kaldı ki Oden, Howard bile o kadar olur mu) zaman gösterecek, tabi Shaq 2000 dedim diye hemen heyecanlanmayın, Shaq o zaman 28 yaşındaydı, Bynum bu zamanda 21. Ama yine de Bynum şu hâliyle bile oldukça ihtiyacımız olan aradığımız dev adam, 10 sayı, 10 reb, 3 blok, ve hepsinden önemli istatistik kâğıdına girmeyen en önemli katkısı: sahadaki duruşu. Bynum’la 2010’lu yıllarda ligin en baba beş pivotundan birinin kadromuzda olacağına şimdiden sevinebiliriz.
Sonra hangi birini saysam... Kobe is Kobe (bu ifadeyi bir yerde okumuştum, doğru söze ne ekleyeyim), Pau deseniz Bynum’la beraber çok daha rahat ve çok daha etkili olacaktır, Lamar ister sevin ister sevmeyin gerek rotasyon gerek iş anlamında her takıma lâzım, ayrıca Derek, Sasha, Trevor, Powell, Farmar, yedekte iki adet 7-0 (Mihm, DJ) takımda ne arasanız var. Hatta aramadıklarınız bile var: Luke&Radman Limited Company.
Bu Tanrı tarafından basiretleri kısıtlanmış iki arkadaşı biraz yakından ele alalım: Önce Luke Walton.. Sevgili Luke sen de Coby gibi babanı alıp gider misin, severek ayrılalım olmaz mı? Hayır yani, ilk onda yer bulamayan bir adam için biraz fazla maaşı, hadi onu geçtim biraz fazla uzun bir kontratı var. İşte o uzun kontratı bir yerimize kaçmış gibi hissediyoruz, sana olan bütün gıcığımız bundandır! Hoş o kontrat verilirken ilk on bile değil, ilk beş düşünülüyordu belki, ama her Sinderella hikâyesinde vardır, yararı değil zararı dokunan üvey karakterler. Gelelim bir diğerine: Fındıkkıran, kafakırdıran Radmanoviç. Vladimir için düşüncem şu ki bu adam istikrarlı şut sokabilse ilk beş için bence doğru bir tercih olur. Phil Baba, Lamar ve Luke gibi top tutacak, pas yapacak adamlarla; Sasha ve Radman gibi şut sokacak adamları seviyor. O halde arkadaş iki pas yap, boş kaldın mı biraz yüzdeli at, ondan başka da biraz savunma yap olmaz mı, ama nerde?
Öte yandan Radmanoviç ilk beş iken hiçbir şey yapmasa bile yerini koruması, 48 dakikayı daha verimli kullanabilmemiz açısından gereklidir. Günümüzde “as oyuncular kırk dakika maç yapsın, yedek oyuncular sekiz dakika koşuştursun” düşüncesi bazen kazanacağınız maçı kaybettirebilir size. Oyunun her anında sahada mutlaka güvenebileceğiniz bir beş olması fevkalade faydalıdır. Bütün silahları aynı anda sahaya sürmektense, sıraya koymak genel toplamda çok daha verimlidir. Mesela Spurs koçu Popovich’in Ginobili’yi kenardan getirme düşüncesi de tam olarak böyle bir şey değil midir?
Şu halde öncelikle yedek olduğu halde oyuna girdiğinde kaliteyi düşürmeyecek, üstelik takımın kötü gitmesi durumunda pozitif katkı yapabilecek oyunculardan kurulu bir benche sahip olmak müthiş bir artıdır. Sonuç olarak hem rotasyon gerekliliği hem de 48 dakikanın verimli ve etkili kullanılması açısından başta Odom olmak üzere Ariza ve Vujacic’in benchten gelmesi ilk beş başlamalarından çok daha iyi bir tercihtir. Varsın ilk beşte başlayan Radmanoviç olsun, yanında oynadığı oyuncular Kobe, Pau olduktan sonra idare edilir. Aynı bakış açısıyla ilerde (bence en geç gelecek sezon başında) Fisher’ın benche çekilip Farmar’ın ilk beş başlamasını da bekliyorum. Bunun için doğru zamanı Farmar’ın gelişimi gösterecek.
Genel olarak takım;
Luke ve Radman’a takılı kalmayın arkadaşlar, gülü seven dikenine katlanır tabi, bu Gül’ün güzel bir çiçek olduğu gerçeğini değiştirmez. Hem kâğıt üstünde hem de parkede oldukça güçlü bir takımız. Bazı sıkıntılarımız da var, mesela savunma hâlâ oldukça yavan, konsantrasyon ve istikrar sorunu var ve maalesef olacak, olmaya devam edecek. Bu biraz karakterden, biraz da hâlâ çok genç bir takım olduğumuz gerçeğinden kaynaklanıyor. Merak ettim de bir istatistiğe baktım: Bir sezonda 3936 dakika (82 maç çarpı 48’den uzatma ve playoff hariç) vardır. 9 Kasım ’08 itibariyle Bynum’ın 3247, Ariza’nın 4288, Farmar’ın 2862 dakika oynamışlığı var normal sezonlarda. Bunun yanında playoff tecrübeleri daha da kısıtlı gençlerimizin! Zaten bu takım eksilmeyip, hem gelişim hem de icap ederse ekstra takviyelerle devam ederse önümüzdeki yıllarda, Bulls’un 72’lik rekorunu tarihe gömeceğine inanıyorum. Ama bu yıl çok erken bence bunun için.
Takımdaki genel görüntü normal sezon bir an önce bitse de playofflara başlasak şeklinde. Bu iştah iyi güzel hoş da, normal sezon maçlarının biraz daha ciddiye alınması, takım, rakipler, taraftarlar ve medya üzerinde istediğimiz yönde psikolojik bir etki yaratır, sıralamayı birinci bitirmek de ev sahibi avantajı açısından şampiyonluk yolunda önemli bir avantajdır. Ayrıca oyuncuların bireysel gelişimlerinin yanı sıra, takımın setlerinin oturması, savunma çalışılması gibi detayına girmeye çalışınca anlatmakta zorlandığım teknik konularda da daha kat edecek yolumuz var diye düşünüyorum. Yine de her şeye rağmen başa baş giden bir maçı isteyince beş dakikada koparabilecek güce sahip olduğumuzu bilmek çok güzel
Ne olacak sezonun devamında?
Şampiyon olacağız Tanrı’nın inayetiyle. Normal sezonda galibiyet serileri, bilmem kaç galibiyet hedefi, playoffta karşılaşmamız olası takımlara karşı gövde gösterisi gibi güncel sebepler bularak motivasyonu yüksek tutup sezon sonunda Batı hatta Lig birincisi olsak iyi olur. 63 galibiyet gerçekçi bir hedef olacaktır bence. Önemli bir takas veya ekleme beklemiyorum takıma, tek isteğim Gary Vitti’ye işimizin düşmemesi, kadromuz sağlıklı kaldığı sürece her takımı eleriz.
Rakiplerimiz (çok erken playoff kehaneti);
Spurs bitmiş bir takım, Dallas’tan hâlâ azıcık tırsıyorum, Houston’ı (playofflar için söylüyorum) pek sallamıyorum, Suns yaşlı ama hâlâ etkili, Denver, Utah vız gelir tırıs gider, Portland iyi yolda; gel gelelim Batı’da ciddi anlamda rakip gördüğüm tek takım Hornets. Mutlak favori ise her eşleşmede Lakers olacaktır. Cleveland, Detroit veya Boston’ı zamanı gelince konuşuruz…
Nihayet son söz;
Forumda okumuştum, Bynum 5 şampiyonluk için 5 milyonun lâfı olmaz gibi bişeyler demiş, tavsiyem parmakları arasında bir sıralama yapması, birden ona kadar.
Çağlar Başkanın vaat ettiği güneşli günleri görmek dileğiyle…